Gelişimsel Kalça Displazisi Nedenleri
Doğum Öncesi Nedenler
GKD genellikle hamileliğin son 4 ila 6
haftasında oluşur. Çoğunlukla birden fazla etkene bağlıdır. Bu etkenlerin
başında doğum öncesi ve sonrası olumsuz mekanik etkenler (makat gelişi
pozisyonu, kundak vb.), kalıtımsal özellikler ve bağ gevşekliği gelir.
Hamileliğin son ayına girildiğinde annede
cinsiyet hormonlarının (östrojen ve progesteron) yapımı hayli artar ve
plasenta
aracılığıyla yüksek miktarlarda bebeğe de geçer. Cinsiyet hormonlarının
işlevi, esas bağ dokusu elemanı olan
kollajen zincirlerine etki ederek
kalitesiz kollajen yapımını sağlamak suretiyle doğum kanalındaki bağları
gevşetmek ve böylece doğum olayını güvenli bir şekilde gerçekleştirmektir.
Doğaldır ki bu etki sadece doğum kanalındaki bağlarla sınırlı kalmaz.
Annenin vücudundaki diğer bağları da gevşettiği ve üstelik benzer etki
doğmamış bebekte de görüldüğü için, sonuçta hamileliğin son ayına
girildiğinde bebeklerin kalça eklemlerinde bir gevşeklik oluşur. Hamileliğin
sona ermesiyle cinsiyet hormonlarının vücut tarafından yıkılıp atılması
sonucu gevşek bağ dokusunun yerini normal bağ dokusu alır. Bu gerçekleşene
kadar geçen sürede bebeklerin kalça eklemleri nispeten gevşek bir halde
bulunur. 3 ila 6 hafta kadar süren bu dönemde fizyolojik gevşeklikten (laksite)
söz edilir.
Yenidoğanda bağ gevşekliğine yol açan sadece
kadın cinsiyet hormonları değildir. Hamileliğin sonlarına doğru uterustan
salgılanan relaksin adlı hormon da bağ gevşekliğinden sorumludur, çünkü
plasenta yoluyla bebeğe geçer. Üstelik bebeğin cinsiyeti kızsa relaksin
hormonu bebekte de yapılmaya başlar. Bu husus GKD’nin neden kızlarda daha
fazla olduğunu açıklayıcı niteliktedir. Anne kaynaklı relaksin hormonunun
kız çocuğunda daha etkili olduğu anlaşılmıştır.
GKD oluşumunda önemli
rol oynayan bağ gevşekliği, hem hormonların etkisi altında gelişen
fizyolojik laksite, hem de kalıtımsal özelliği bulunan yaygın eklem
laksitesi şeklinde etki gösterir. GKD bulunan yenidoğanlarda tip III / tip I
kollajen oranının sağlıklı bebeklere oranla yüksek çıkması ve GKD bulunan
yenidoğanlarda simfiz pubisin sağlıklı bebeklere oranla iki kat daha fazla
distrakte edilebilmesi laksitenin GKD oluşumundaki önemini göstermektedir.
Ne var ki, her insan fizyolojik laksite
döneminden geçtiği için GKD’nin oluşumunu tek başına bağ gevşekliğine yormak
olanaksızdır. Fizyolojik laksite içindeki bebeğin kalçası eğer zorlayıcı
çevre unsurlarıyla karşılaşacak olursa ancak GKD oluşma olasılığı doğar. Bu
nedenle bu dönemde bebeklere yapılacak hoyratça müdahalelerden kaçınmamız
gerekir.
Doğmamış bebekte zorlayıcı çevre unsurları
makat gelişi pozisyonu, oligohidramnios, çoğul gebelik, yüksek doğum tartısı
ve birden fazla kez hamilelik olarak özetlenebilir.
Doğmamış bebekte en başlıca olumsuz çevre koşulu makat gelişi pozisyonudur. Normal nüfusta makat gelişi pozisyonunda doğum % 2 ila % 3 arasındayken, GKD’li bebeklerde bu oran 6 ila 7 misli daha fazladır. Makat gelişi pozisyonları arasında GKD’nin en fazla (yaklaşık % 20) görüldüğü durum her iki dizin de ekstansiyonda olduğu durumdur (tam makadi duruş). Bu tür makat gelişi pozisyonunda dizleri katlamamıza yarayan kaslar (hamstring kaslar) gergin konuma geçtiğinden, gevşek kalça eklem kapsülünü zorlayarak zamanla kalça ekleminde çıkık oluşmasına yol açarlar.
GKD’nin
oluşumuna yol açan nedenler arasında sezeryanla doğumun sayılması doğru
değildir. Aynı şekilde, zorlu doğuma neden olan makat gelişi pozisyonunda
doğumun sezeryanla gerçekleştirilmesi sonucu etkilemez, çünkü makat gelişi
pozisyonunda olup da normal doğum yaptırılan ve sezeryanla doğumu
gerçekleştirilen bebekler arasında GKD görülme sıklığı açısından bir fark
yoktur. Makat gelişi pozisyonunda hamstring kasların rolü deneysel bir
çalışmayla da kanıtlanmıştır. Buna göre yeni doğmuş tavşanların dizleri
ekstansiyonda olarak tespit edildiğinde, kalçaların çıktığı, dizlerin
ekstansiyonda tespiti sonrası diz ardında hamstring kasların kesildiği yeni
doğmuş tavşanlarda ise kalçaların çıkmadığı gözlenmiştir.
Rahim kesesi suyunun
bebeğin hareket etmesine
olanak sağlayan ve de gergin karın ve rahim kaslarının bebek üzerindeki
sıkıştırıcı etkisini azaltan bir etkisi vardır. Rahim suyunun suyunun azalması durumuna
oligohidramnios denir. Böyle bir durumda bebek rahim içinde
bir yere yaslanır ve burada sıkışıp kalır. Normalde bebek kalçaları ayrık,
yani kurbağa pozisyonunda yatarken (fleksiyon-abdüksiyon), sıkışma sonucu
kalçaları arasındaki mesafe kapanır (adduksiyon) ve böylelikle uyluk
başı normalde kalça ekleminin içine yönlenmişken, artık dışarı doğru
zorlanmaya başlar. Gevşek kalça eklem kapsülünün buna direnmesi güçtür. Bu
nedenle bebeğin anne karnında tekme atması aslında kalçalarının sağlıklı
geliştiğinin dolaylı bir göstergesidir.
Çoğul gebelikte ve
yüksek doğum tartısıyla (> 4.5 kg) doğan bebekte de GKD olma olasılığı
yüksektir, çünkü aynı oligohidramniosda olduğu gibi bebeğin hareket
edebileceği rahim içi hacim azalmıştır.
İlk doğumda karın ve
rahim kasları ilk defa bu kadar gerileceği için bebeğin sıkışma olasılığı,
daha sonraki gebeliklere oranla daha yüksektir ve bu nedenle GKD'ne de daha
sık rastlanır.
GKD sol kalçada daha sık görülür. Yapılan çalışmalar bebeğin sol
kalçasının annenin
promontoryumuna dönük olarak yatmasının sağ kalçaya oranla 2
misli daha fazla olduğunu göstermiştir. Buradan hareketle GKD’nin sol
kalçada daha sık olması, sol kalçanın promontoryuma yaslanması, hareketinin
kısıtlanması ve kalçanın adduksiyona gitmesi ile açıklanabilir. Aynı şekilde
GKD risk faktörleri arasında
metatarsus adduktus,
tortikollis
gibi bebeğin anne rahmi içinde bir yerde sıkışması sonucu oluştuğunu
düşünebileceğimiz bazı
postural veya yapısal deformitelerin bulunuşu da rahim içi
olumsuz çevre koşullarının önemini vurgulamaktadır.
Genetik faktörler, yani
kalıtımla anne, ya da babadan bebeğe ulaşan özellikler de kalça çıkığının
gelişiminde etkilidir. Yapılan bir çalışmada tek yumurta ikizlerinde, her
iki kardeşte de GKD görülme sıklığı % 34 olarak bulunmuşken, çift yumurta
ikizlerinde bu oran % 3 olarak gerçekleşmiştir. Ebeveynlerden birinde GKD
oluşunun, doğacak ilk çocukta GKD olma olasılığını normal nüfusa oranla 6
misli arttırdığı bilinmektedir. Eğer ebeveynlerden birinin GKD’li oluşunun
yanı sıra ilk çocukta da GKD mevcutsa, doğacak bir sonraki çocukta GKD olma
olasılığı normal nüfusa oranla 36 misli artar.
Kalıtımsal özelliklerin
başlıca iki mekanizmayla, yani yaygın bağ gevşekliğine veya doğrudan
asetabulumun
yetersiz gelişmesine neden olarak, etkili olduğu düşünülmektedir. Her ne
kadar asetabulumun eksik gelişimi üzerine doğrudan etkili bir gen bozukluğu
gösterilememişse de bazı çalışmalara göre kalçada displazinin gelişmesini
başlatan neden esas olarak asetabulumun daha sığ oluşu ve femur başını
yeterince örtmemesidir. Normalde asetabulum doğuma doğru daha sığ bir hal
almakta, ancak doğum sonrası tekrardan derinleşmeye başlamaktadır. Bu primer
asetabuler displazi teorisi, bir takım olguda bandaj veya alçı tedavisine
karşın asetabulum tavanının bir türlü gelişmemesinin nedenini açıklarsa da
olguların çok büyük bir kısmında kalçanın yönlendirilmesiyle asetabulum
tavanının kısa zamanda normale dönmesi gerçeği ile çelişir, çünkü olguların
çok büyük bir çoğunluğunda ikincil bir displazi söz konusudur, yani
asetabulumdaki deformasyon uyumsal, geriye dönebilen bir değişikliktir.
Yaygın bağ gevşekliği
toplumun % 6’sı ila % 7’sinde rastlanılan bir durumdur. Yaygın bağ
gevşekliği otozomal dominan geçiş özelliği ve inkomplet penetrans gösterir.
Irksal bağ gevşekliği ile ırksal GKD oranı arasında paralellik vardır.
Bu sayfada yer alan bilgilerin tamamı ebeveynleri çocuk ortopedisinin konuları hakkında bilgilendirmek amacıyla verilmektedir.
Bu bilgilerden yola çıkarak ebeveynlerin çocuklarındaki rahatsızlıklara tanı koymaları, daha da ileri giderek kendilerini hekim yerine koyarak çocuklarını tedavi etmeye kalkışmaları son derece sakıncalıdır.
Bu sayfada yer alan bilgiler bir hekimin muayene sonucu vereceği kararın yerini asla alamaz.